Cemo Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 128 Yaş : 41 <<>> : Kayıt tarihi : 03/09/08
| Konu: Din Konusuna Yaklaşımda İpuçları - Metin Çulhaoğlu C.tesi Mart 20, 2010 4:08 pm | |
| Din Konusuna Yaklaşımda İpuçları - Metin Çulhaoğlu
Ankara’daki direnişleri sırasında Tekel işçileriyle yakın ve yoğun ilişki içinde bulunan arkadaşlarıma özellikle sordum: İşçiler, “sosyalizm” dendiğinde en çok neyi merak ediyor, neyi soruyor?
Söyledikleri, başkalarını bilmem de bana “şaşırtıcı” gelmedi.
Çünkü işçiler arasından, geleceğin sosyalist toplumunda demokrasinin nasıl uygulanacağını, Sovyetler Birliği’ndeki “Stalinist deformasyonu”, NEP dönemine erken mi yoksa geç mi son verildiğini, sosyalizmde “öteki” olup olmayacağını ve buna benzer şeyleri merak edip soran çıkmamış.
En çok merak edip sordukları, sosyalistlerin dine, ibadete ve inananlara yönelik tutumu imiş.
Tekel işçilerini özel ve ayrı bir yere koyup meseleyi geçiştirmenin âlemi yok.
Ciddidir ve üzerine gidilmesi gerekir.
***
Din söz konusu olduğunda, çıkış noktası için Marx’a başvurmakta yarar vardır.
Marx dine yaklaşımında iki sorun arasında dikkat edilmesi gereken bir ayrım yapar. Bu ayrım, aynı zamanda Marx’ın Aydınlanma düşüncesiyle bağlarının derecesini de ortaya koyar. Marx’a göre dünyaya ve yaşama yönelik eleştirel, köktenci ve yenilikçi düşünce sistemleri öncelikle dinle hesaplaşmak zorundadır. Dikkat edilirse, burada söz konusu olan, öyle gündelik rutin bir iş değil, kapsamlı ve bütünlüklü bir düşünsel sistemin inşasıdır. Tarihin ancak özel ve kritik uğraklarında gerçekleşebilecek ve bağlananlarını ileriye taşıyacak bir uğraştır.
Ancak Marx, insanın yabancılaşmasına yol açan tek, hatta birincil kaynağın din olmadığını da söyler. Başka bir deyişle, bütünlüklü sistem geliştirme gibi özel uğraşlar dışında din, insan aklının özgürleşmesinin ve iyiyi aramasının önündeki birincil engel değildir. Dolayısıyla, insanlığın kurtuluşu için mücadele edenlerin öncelikle ve özellikle dinin üzerine gitmesinin anlamlı olacağı söylenemez.
Bir de, Marx’ın sıkça çarpıtılan veya yanlış aktarılan “afyon” meselesini hatırlamak gerekir. Marx, dinin insanları uyutmak ve mütevekkil kılmak için onlara dışarıdan dayatıldığını söylemez; çektikleri acılar ve yaşadıkları çaresizlikler nedeniyle insanların kendilerinin dine sarıldıklarını söyler.
***
Türkiye’de sosyalizm için verilen mücadelede dinin önemli bir başlık olduğunu herhalde herkes kabul edecektir. Ne var ki, bu önemi gördükten sonra, gereksiz karşıtlıklar, abartılı vurgular ve tek odaklı yüklenmelerle önemli bir konuyu en önemli engel haline getirmek akıllıca bir tutum olmayacaktır. Marx’ı anımsarsak, bir kere bugün Türkiye’de sosyalistlerin en başta dini karşılarına alıp yepyeni bir düşünsel sistem kurma gibi bir görevleri yoktur. İkincisi, dinin, insanın yabancılaşmasının tek ve birincil kaynağı olmaması açısından 19. yüzyılla günümüz, Hıristiyanlıkla İslamiyet arasında önemli bir fark olduğu da söylenemez.
Madem ortada özel engel haline gelmemesine özen gösterilecek önemli bir konu var, hiç yapılmaması ve beklenmemesi gerekenlerle devam edebiliriz.
“İslamiyet’le sosyalizm arasında benzerlikler ve ortak yanlar olduğu” görüşü tastamam saçmalıktır ve bu tür yaklaşımlara hiç itibar edilmemesi gerekir. İnsanlar İslamiyet’e yakın bulup sosyalist olacaklarına hiç olmasınlar daha iyi; çünkü yarın bir gün fazlasını da isteyeceklerdir.
Sonra, İslamiyet’in kendi içinden örneğin Latin Amerika Katolikliğinde görülen, baskıya ve zulme karşı bir “kurtuluş teolojisi” geliştirmesi de beklenmemelidir. İşgal ve Kurtuluş Savaşı yıllarında (1919-1922) nüveleri görülen bu yönelim önce özel bir kurumsallaşma süreci, sonra emperyalizmin ve sermayenin yakın kontrolüyle gündemden büsbütün düşürülmüştür. Türkiye’nin en batıcı ve zenginden yana siyasal ve toplumsal figürlerinin hep dinciler arasından çıkması bir rastlantı değildir.
***
Yapılması gereken, insanların inancıyla, ibadetiyle, ibadethaneleriyle uğraşmak değildir. Yapılması gereken, dinsel inancı özellikle “uhrevi” (ahretle ilgili) alana itekleyip onun dünyevi alandaki uzantılarına odaklanmaktır. Bundan kastedilen, dini dünyevi bağlantıları ve ilişkileriyle alıp bu bağlantıları ortaya koyan bir deşifrasyon veya çıplaklaştırmadır.
Türkiye’deki dincilik olgusu böyle bir çıplaklaştırma için zengin olanaklar sunmaktadır. Dinciliğin daha çok sermayeleşmesi ve zenginleşmesi, önde gelen dinci kesimlerin giderek daha fazla kozmopolitleşmesi ve emperyalist odaklarla kurdukları özel bağlantılar, deşifrasyon ve çıplaklaştırma açısından önemli olgulardır. Mesele, dünyevi hırsı ve ikbal tutkusu bu kadar “gelişkin” olan bir kesimin, ancak uhrevi olanla yetinebilen çok daha geniş kesimler üzerindeki nüfuzunu kırmak, dünyevi hırsı çıplaklaştırarak bu kesimin uhrevi alandakilerle bağlantılarını öyle koparmaktır.
Sorulacak soru şudur: Sana tevekkülü, tahammülü ve ahreti anlatıp nasihatte bulunanların kendileri bu “fani dünyada” nasıl olup da zenginliğe, mala mülke ve güce bu kadar düşkün olabiliyorlar?
Yeter ki insanlar bu sorular sorup “bunlar bizden değil” sonucuna varsınlar; gerisi gelir veya biz getiririz. Aralarından sermaye bağları hiç olmayan, “kendileri gibi” dini topluluk arayanlar çıkarsa, bulamayacakları kesindir.
***
Evet, yapılması gereken budur ve sosyalistlerin inanan emekçilerin inancıyla, ibadetiyle ve camisiyle uğraşmasının hiçbir anlamı yoktur.
Gene de, yarının sosyalist toplumunda belirli kesimlere ve yapı işleriyle uğraşanlara bir mecburiyet getirmek gerektiğini söyleyelim.
Diyarbakır’ın eski Refah Partili Belediye Başkanı döneminde kentin bir girişindeki takın üzerine yerleştirilen ve karpuz “olması gereken” koskocaman nesneyi; Niğde Üniversitesi’nin ana giriş kapısını; boynuzlu bir uzay yaratığını andıran camili Ankara kenti simgesini ve elbette İstanbul’da Garın yakınındaki Haydarpaşa camiini görenler, bu işlerle uğraşanlara iki yıllık zorunlu temel estetik kursları verilmesi gerektiğini kabul edeceklerdir.
www.sol.org.tr (20 Mart 2010)
Haber Sayfası | |
|