"Kanaat Önderleri" Efsanesi - Metin ÇulhaoğluAKP’nin soldan devşirme liberal destekçileriyle ilgili iki noktaya açıklık getirmek yerinde olacak.
Birincisi şu: Ne bu kişiler Türkiye’de daha önce hiç yapılmayan bir işi ilk kez kendilerinin yaptığını sanmalı, ne de solda sağlam duranlar onlara böyle bir “ilki” yakıştırmalıdır. 1946-50 dönemi, “ceberut tek parti iktidarına” karşı Demokrat Parti’de keramet arayan solcularla doludur. Aradaki fark, 46-50 DP destekçilerinin, bu tür umutların yersiz olduğunu erken görüp soldaki yerlerine dönmeleridir.
Daha sonra Ecevitçi, Özalcı aydınlar peydahlanmıştır.
Özetle, ön açacak siyasal özneyi karşı tarafta arayıp bulma merakı Türkiye’de aydının genlerine işlemiştir.
* * *
İkinci noktayı açmak için futboldan yola çıkalım. Futbolda, bir teknik direktörün takımına katkısının ne kadar olabileceği, son dönemin revaçta tartışma başlıklarından biridir. İstatistik olarak saptanması mümkün olmasa bile, bu katkının en fazla yüzde 15-20 civarında olabileceği konusunda fikir birliği sağlanmış gibidir.
Peki, Türkiye’deki belli başlı köşe yazarlarının ve TV yorumcularının, siyasal partilerin genel politikaları ve kamuoyunun siyasal yönelimleri üzerindeki etkisi ne kadardır?
Kuşkusuz, bu konu, önceki örneğe göre nicel araştırmaya ve istatistiğe gelir bir yan taşımaktadır. Böyle bir araştırma son dönemlerde yapılmış mıdır, bilemiyoruz; ama bizce bir nokta kesindir: Türkiye’deki belli başlı köşe yazarlarının ve TV yorumcularının en genel anlamda parti politikalarının, halkın siyasal görüş ve yönelimlerinin oluşmasındaki payı, teknik direktörün takımına katkısının da altındadır.
Hatta “çok altında”, “ihmal edilebilir düzeyde” bile diyebiliriz.
“Halkın görüş ve yönelimleri” dendiğinde hatırlanabilecek dişe dokunur tek istisna, 60’lı yılların Çetin Altan’ı ve onun “Taş” köşesidir.
* * *
AKP iktidarını, gazetelerde yazan ve televizyonlara çıkan İstanbullu bir medya ekürisinin belirli bir rotada tuttuğu, bu iktidarın yönelimlerini etkilediği, kimi açılımlarına önayak olduğu, seçmen kitlesini AKP’ye yönelttiği yolundaki düşünceler bütünüyle kof ve temelsizdir. İster bu ekürinin kendi hüsnü kuruntusu, ister galatı meşhur, ister “şehir efsanesi”, ister bunların hepsini birden deyin. Hepsi yerindedir.
Biraz şuna benziyor:
BDDK’da (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) çalışan, belden kuşaklı uzun siyah pardösü giyen, saçları kısa kesilmiş, hep sinekkaydı tıraşlı, bond çantalı, parfüm kullanan 30-35 yaşlarında insanlar vardır. Bunların hallerine ve tavırlarına baktığınızda, ülkedeki bankacılık ve finans sektörünün onlardan sorulduğu gibi bir izlenime kapılabilirsiniz. İşte, bu tür adamlar söz konusu sektörlerde ne kadar belirleyici ise, İstanbullu medya ekürisi de AKP’nin yönelimleri ve kitle desteği üzerinde o kadar belirleyicidir.
* * *
Söylenenler, biri siyasal iktidara diğeri ise “genel kamuoyuna” ilişkin iki saptamayı davet etmektedir.
Birincisi: Türkiye’de burjuva partilerin ve iktidarların, şu veya bu köşe yazarının söylediklerini önceleyen genel bir politik hattı olur; bu hat öyle dışarıdan “kanaat önderleriyle” filan belirlenmez ve süreç içinde onlardan etkilenmez. Burjuva partiler ve iktidarlar, yalnızca, siyasal hatlarına destekçi devşirirler. Bu hatta ağırlık kaymaları, hissedilir kırılmalar olduğunda da destekçilerinden bir süre “anlayış” beklerler, göremezlerse de kuyruğunu çekiverirler.
İkincisi: Genel kamuoyu, görüşünü, köşe yazarlarının dışında, onlardan bağımsız olarak oluşturur. Ancak, kendi görüşüne uygun şeyler söyleyenlere “helal olsun” der, bir de kerli felli bir yazar onun zaten düşündüklerini söylemiş veya yazmışsa, bundan kendine pay çıkarıp hoşnutluk duyar (“Bak, adam aynen benim dediklerimi diyor”).
Geçerken: Genel olarak medyanın ve eli kalem tutanların, siyasal süreçlerin en yoğun yaşandığı dar bir çevrede elbette bir kıymeti harbiyesi, söylediklerinin belirli bir önemi vardır; buna itiraz etmiyoruz. Ancak, etkiyi genel siyaset çizgilerine ve “kamuoyu şekillendiriciliğine” kadar götürmek ipin ucunu kaçırmak olur.
Bu kadarı fazladır.
Okuryazarlık oranının yüzde 10 civarında olduğu 1920’li yılların başında örneğin Ali Kemal, Refik Halit Karay ve Refi Cevat Ulunay gibileri genel kamuoyunu ne kadar şekillendirmişse, bu oranın yüzde 90 civarında olduğu günümüzde malum çevre de kamuoyunu o kadar şekillendirebilmektedir.
* * *
Türkiye’de sermaye siyasetinin sert çekirdeği hem zaman milliyetçilik, şovenizm ve dinci gericiliktir olmuştur. Bugün de böyledir. Bu sert çekirdeğe bir tür “siyasal liberalizmin” nüfuz etmesine, orada kendine bir yer açmasına ve giderek diğer öğeleri törpülemesine yönelik beklentiler büsbütün boşunadır. Evet, bu yerleşik ideolojik-siyasal zemin altta dururken “sivil toplum” diyeceklerdir, AB yolunda kararlı olduklarını ilan edeceklerdir, “çağdaş demokrasi ve hoşgörü” nutukları atacaklardır.
Neden atmasınlar? Nasıl olsa inanacak enayi çıkıyor.
Enayi olmayanlar ise, son dönemin birkaç gelişmesine ve söylemine mim koymalıdırlar: Askerle içli dışlı olma, belirgin biçimde artan polis terörü, bir Başbakanın kalkıp Hakkâri sokaklarının temiz olup olmadığıyla uğraşması, DTP’ye açıktan savaş ilanı, Kürtlerin yaşadığı coğrafya ile ülkenin geri kalanı arasındaki tek bağı artık bir partinin (AKP) sağladığı tezi, çok çocukta ısrar ve bir de “krizi fırsata dönüştürme” hevesi...
Hepsini üst üste, yan yana veya alt alta koyduğunuzda ne çıkıyor?
“Klasik faşizm” pek uygun düşmüyorsa adını siz koyun.
Bir de şu var: “Biz yaratılanı yaratandan dolayı severiz” diyen bir zihniyetin yeri geldiğinde hasımlarına “Allah yarattı...” demeyip girişmesi, enayiler dışında kimseyi şaşırtmamalıdır.
www.sol.org.tr (15 Kasım 2008)