İyi İnsanlarla Beraber…
“Stalingrad dayanıyor hâlâ
Mevsim meselesi, diyorlar
Yalan
Dayanmak Meselesi
Dayanmanın ne olduğunu anneler bilir
Bir anne gibi dayanıyor bu şehir.”
Nâzım’ın “Ayşe’nin Mektupları”nda aktardığı bu sözler yazılırken, Stalin radyoda konuşuyor, faşist istilacılara karşı, “Alman ulusuna mensuplar dahil”, dünyanın bütün iyi insanlarının kendilerini desteklediklerini söylüyordu.
İyi insanlar ve dayanmanın ne olduğunu bilen anneler…
Sosyalizmin inşasına ve savunulmasına, böylesine naif metaforların eşlik etmesi, aslında tarihe karşı bir sorumluluğun yerine getirilmesidir.
Stalin, hiç kuşkusuz, dünya tarihinin, en uçlardaki iki zıt noktasından bakılarak tanımlanan ismi.
Sosyalizmin mutlak düşmanları için de, yaşanan deneyimi geliştirmek isteyen savunucuları için de, bu adla “hesaplaşmak”, bir mihenk oluyor.
Çünkü, Stalin, bir ad değil, bir süreç, bir pratik, bir nesnel olgu.
Nasıl ki, Lenin biyografisine, Ekim Devrimi ve sosyalizm tasarımı damga vurur, Stalin biyografisi de, Sovyetler Birliği tarihinin, bir başka deyişle, sosyalizm pratiğinin değerlendirilmesi anlamına gelir. Bu, tarihin arşivlerine dalmanın, bir dokümanter çalışmanın, bir “kişilik” analizinin alanına girmekten ibaret olmadığı için de, geleceğe yönelik bir projeksiyonun tutamakları anlamını da taşır.Dolayısıyla, bu sayfa, bu devasa yükü taşıyamaz. Birkaç küçük göndermeyle, bir ana hat çizmeye çalışalım.
1917’de iktidarı alan proletaryanın ülkesinin Lenin tarafından yönlendirildiği süre, sağlık problemlerini ve uğradığı suikastın yol açtığı sonuçları hesaba katmadığımız koşullarda bile yedi yıla tekabül ediyor. Böyle baktığınızda, neredeyse bütün bir sosyalizmin kuruluşu, geliştirilmesi sürecine, 30 yıl boyunca, Stalin, iyi insanların desteğiyle ve bir anne gibi dayanmasıyla öncülük etmişti.
Tarih, kimileri için, bireyler nasıl isterse öyle olan bir şeydir. Teorik olarak algılanan bir dünyada, koşullar değil, seçimlerdir söz konusu olan. “Tek ülkede sosyalizm olamaz” tezi pratikte yanlışlanınca, sıra, “tek ülkede sosyalim yaşamaz”a gelmiş, bu kez gerçekten irade belirleyici olmuştu. Bütün kopan fırtınayı, tartışmaları bırakırsak bir kenara, Stalin ve karşıtları arasındaki çelişme, temelde bu kadar nettir aslında. Sosyalizmin ülkesinde, tarihin bu ilk deneyinde, verili örneklerden değil, kendi yolunu arayıp bulmaktan hareket eden bir annenin çocuğunu korumakta ısrarıyla tanımlanabilecek bir iradenin ortaya konmasıyla, yaldızlı ambalaja sahip vazgeçişin çatışması yaşanmıştı Sovyetler Birliği tarihinde. Stalin olgusu etrafındaki tartışmaların belirleyici problematiği budur. Bu kerteriz yitirilmeden, bütün bir sürecin, istenirse işin içine kişilik yapısı da katılan eleştirileri doğal, hatta zorunludur.
Lenin, devrim yapılabileceğini, işçi sınıfının iktidarı alabileceğini göstermişti. Stalin, sosyalizmin yaşatılabileceği inadını cisimleştirdi. “Pratikle kirlenmeyen, kirlenememiş teori”lerin albenisinin üzerini örtemeyeceği bir gerçek varsa, o da budur. Kuşkusuz, azımsanmayacak hatalarıyla, aşılması gereken bir pratiktir, evet. Ama dikkat, hatalardan öğrenilmesini sağlayan bir pratik. Muarızlarının çoğu teorisini, tarihin gerçekleştirildiği her noktada geçersiz kılan bir pratik. Tarihin keyfinize göre değil, gerçeklerle yüzleşerek, önünüze diktiği problemlerle cebelleşerek ilerlediğini gösteren bir pratik.
Stalin’in bir cani, bir katil, bir despot olduğu, sağlı “sol”lu ağızlardan, uzun yıllardır o kadar çok ifade edildi ki. Tarımda kolektifleştirme, zengin köylülüğün tırpanlanması, sanayileşmede “üretici güçler”e hedef belirlemeler, Almanya ile saldırmazlık paktı, muhaliflere karşı yargılama ve infazlar, ülke ilhakları vesaire, o kadar çok tartışıldı ki. Daha da çok ifade edilecek, daha da çok tartışılacak. Kişileri ve yöntemleri esas alanlarla, saflaşmaları ve tarihsel somutluğu esas alanlar hep olacak. “Ne yapıldığı” da bu minvalde gündemdedir hep, “neden yapıldığı” da.
2008 Türkiyesi’nde, üzerinde tepinilen bir kavram olarak da, hataları olduğunu söylemenin aptes kaçıracağı sanılan bir figür olarak da, Stalin sürecinden geleceğe yönelik bir ışık huzmesi çıkarmanın imkanı yoktur. Bu süreci aşmış olarak kavgayı sürdürenlerin önündeyse, böyle bir abesle iştigal lüksü yoktur.
21 Kasım’da 128 yaşına basan Stalin, dünyanın ilk sosyalist ülkesini, faşizmin yükseliş yıllarında, kapitalist dünya kuşatmasında, yıkılan bir çarlığın enkazında, en değerli kadrolarını yitirmiş bir partinin başında, “kıtlıkla ve soğuklarda” canla başla savunmanın, yaşatmanın, ilerletmenin adıdır. Bunların “mevsim meselesi” olduğunu düşünenler, bu döneme, bulundukları yerden bakarak kara çalmayı sürdürebilirler. İyi insanlar, aynı sürecin muazzam hamlelerine, kapitalist dünyaya meydan okuyuşa, faşizmin göbeğine dikilen kızıl bayrağa müteşekkirdir. Onlar, dayanmanın ne olduğunu bilir.
Asaf Güven Aksel
Haftalık Sol Dergisi; Sayı : 258
(19 Aralık 2008)